Mesleğe başladığım ilk yıllar. Oyun terapisi eğitimini yeni bitirmiştim. Hocalarımın da desteğiyle çocuk ve genç psikiyatrisi ihtisası yaptığım üniversite hastanesinde bir oyun terapisi odası düzenledik. Kliniğimizde oyun terapisi kullanılan bir yöntem olmadığı için biraz üstünde düşündükten sonra kronik hastalığı olan çocuklarda tedavi uyumunu arttırmaya yönelik uygulamaya karar verdim. Diğer bölümlerde çalışan hekim arkadaşlar ciddi fiziksel hastalığı olan ve uzun süreli tedavi gereken hastalarını tedavi uyumunu arttırmak için bana yönlendiriyordu. Hastane şehre uzak olduğu için çocukların düzenli olarak gelip gitmesi zordu, bu nedenle seansları diğer hekim randevularına göre ayarlamaya çalışıyordum.
Fiziksel hastalıkları nedeniyle yaşından küçük gösteren bir erkek çocuk tedavi süreçlerine uyum sorunları nedeniyle bana yönlendirildi. Ortopedik ve nörolojik sorunları vardı ve tekrarlayan operasyonlar geçirmişti. Yürüyemiyor ve desteksiz oturamıyordu. Çok zor olan mizacı özellikle de buyurganlığı nedeniyle seanslarda çok zorlanıyordum. Huysuz biçimde geldiği her seansta birbirimizi tartıp; talepleri karşılanmadığı eleştirileriyle ya da bir oyuncağı eve götürme tutturmasıyla seansı bitiriyorduk. Seansta çoğu tedavi temalı oyunlarını tekrar tekrar oynuyordu. Seanslar ilerledikçe ebeveynlerden hastaneye daha keyifli geldiğini öğreniyordum ama bu keyfi benden esirgiyordu sanki. Bir seansta oyuncaklara ulaşabilmesi için ahşap oyuncak kutularını yakınına koymuştum. Oturmasına destek olmak için koyduğu eli kaydığı için başını kutulardan birine sertçe çarptı. Minicik kafasında kocaman bir şişlik oluştu. Şaşkınlık, çaresizlik ve suçlulukla hemen kaldırdım ve seansı bitirmeyi teklif ettim ama o şikayet bile etmedi. Kutuyu yakına koyduğum için özür diledim ama umursamadı bile. İlk kez buyurmadan otururken destek olmamı rica etti ve oyununa kaldığı yerden devam etti. Seans boyunca hıçkırıklarını tuttu ama gözyaşları aktı boncuk boncuk. Defalarca bitirmeyi teklif ettim ama istemedi. O oyun çok önemliydi. Yarım saat kadar hiç aralıksız hıçkırıksız gözyaşları akıtarak oynamaya devam etti. Hıçkırırsa seansı riske atacağını düşünüyordu belki. Her gözyaşı aktığında peçeteyle silerken gözyaşımı tutamadım ama o hıçkırığını tuttu. Aldı oyuncağını ve devam etti oyuna.
Kliniklerimize gelen ya da getirilen her yaşta insanda yapısal ya da yaşamsal zorluklar var. Zihinsel ve yaşamsal enerjileri büyük oranda kendilerini anlamaya çalışmaya ya da kendilerine acımaya harcanıyor. Bizden de en temel beklentileri anlaşılmak ve kendilerini anlamaya yardımcı olmamız. Bu değerli bir arayış ancak buna harcanan enerji eylemsizliğe neden olabiliyor. Çoğu ruh sağlığı uzmanının yaklaşımı da bunu pekiştirip sorunu derinleştiriyor.
Herkesin yaşamına yön veren, yaşamı ve kendini anlamlandırdığı öyküleri vardır. Ancak bütün çıkarımları bir öyküden yapmak mümkün değildir. Böylesi öyküler yaşam yolculuğunda geldiğiniz bir kavşakta işaret tabelası gibidir. O kavşağa kadar gelmeden o tabelayı göremezsiniz. Yolun sizin için doğru olup olmadığını da o yolu gitmeden bilemezsiniz. Her işaret edilen yol da sizin için doğru yol olmayabilir. Anlamı sadece ruhumuzda, ailemizde, ilişkilerimizde ve geçmiş yaşamda arayarak bulamayız. Anlam çoğu zaman eylemde ve tavırdadır. Doğru tavır gözyaşımız aksa da oyuncağı alıp oyuna devam etmektir. Böylece hem gözyaşı değer kazanır, hem oyuncak hem de oyun. Acı kaynağından çıkan gözyaşı ancak oyuna değdiğinde sihri ortaya çıkabilir geriye kalanıysa tuzlu sudur. O çocuk zırlayıp ağlasa bir insana, yani bana hayat boyu değer katacak düzeyde sihirli suyu boşa akıtacaktı belki. Sihir bu neye değeceği ve değdiğinde neye dönüşeceği bilinmez. Ama bir şeye değsin diye sihir üretilmez. Bu simyacılık olur. İnsanın eyleme geçme cesareti ve tavrıyla beslenen sihrini ise ancak emek ortaya çıkarabilir.
Prof. Dr. Muhammed Ayaz
- 851 Okunma